11 Kasım 2020 Çarşamba

İZMİR DEPREMİ VE DEPREM ÜZERİNE

 




Sadece her sorunun cevabı olan eğitim demiyecem, söyleyeceklerimin çoğu bildiğiniz şeyler, ben sadece toparlamaya çalıştım, belki birilerinin aklına yada ruhuna dokunurum diye.

Rüzgar, yağmur, kar veya dolu yada benzerleri gibi depremde standart tabiat olayıdır.  Bu tabi olayların şiddeti bizi mutlu veya mutsuz eder.

Sanıyorum ki eskiden gelişmekte olan ülkeler kapsamında sayılıyorduk (yaklaşık yirmi yıl kadar önce ),  şimdi,  büyük bir gayretle gelişmeye direnen ülkeler  kapsamında olduğumuzu düşünmekten kendimi alamıyorum.

Karamsar  değilim, ümidimi yitirmedim, en karanlık gecenin bile sabahı aydınlık olur, her şey olması gereken zamanda gerçekleşir, diyorum.

Üzücü olan,  tabiri caiz se toplumun  b.k  yoluna gitti Niyazi durumuna düşmesi/düşürülmesidir, olay olur, ölen ölür,  ağzı olan, bilir bilmez konuşur, yanlış yorum yapar, yanlış yönlendirir, yanlış  yönlenenler yanlış yönlendirildiğini bilmez, vijdanların temizlendiği sanılır, balık hafızalı olduğumuz için çabuk unuturuz.

Aslında  bizleri zorda bırakan, mutsuz eden olayların  köken felsefesi olarak  aşağıda yazılanları kabul edebiliriz; İnsanlarımız,

·         Neyi aradığını bilmeyen bulduğunu anlamaz misali, anlamadan kabul eder, uygunluğuna bakmaz/değerlendiremez, buna aklı yetmez, bilinci yetmez,

·        Medeniyetin (ilim ve irfanın ) ne olduğunu bilip  anlamadan paranın gücünü tanıyıp ona sahip olmak adına, insan hayatına kast etse de çabalar,

·       On lirayı kazanmak için dokuz lira harcamak gerektiğini bilmez, kendini yaratan zekayı sarfınazar edip kendine göre kolay yollar yarattığını zanneder,

·        Herkesin, zamanı geldiğinde yönetici olup sorumluluk alması gerektiği sistemde,  biri bizi yönetsin, ben aidatımı ödeyim de kimse bana sorumluluk vermesin yaklaşımı taşır,

Düşündükçe bu tespitleri arttırabiliriz,  bence bu kadarı yeterli, biz olayın özüne inmeye çalışalım, olayın sonuçları özünde,

·          Arpa eken buğday biçmez, ancak rüzgar eken fırtına biçer,

·          Disiplin olmayan yerde düzen olmaz,

·          Planlama olmayan yerde gelecek meçhul olur,

·          Adaletin olmadığı sistemde işler doğru hedeflenemez,

·          Çifte standartın olduğu yerde huzur olmaz,

·          Kendine yapılmasını istemediklerini başkalarına yapmak sosyal mutluluk vermez,  sonuçlarını kabul edebiliriz,

Bir toplum düşünün ki içinde yaşadığı son iki devlette  (Selçuklu ve  Osmanlı İmparatorlukları ) “devlet insan için vardır ” bilincine erişememiş,  tam tersi “insan devlet için var” felsefesi ışığında yürümüş, büyümüş , büzülmüş ve küçülmüş, tam yok olma durumundayken evliya misali bir insan tarafından kurtarılıp  cumhuriyet ile taltif edilmiş.  Ancak gel gelelim kendini buğday  danesi sanan ruh hastası misali bir türlü insan olmaya adapte olamamış yada şöyle diyebiliriz yeterince adapte olamamış. Yeri gelmişken anlatayım kendini buğday danesi zanneden kişiyi ;

Adamın biri kendini buğday tanesi sanıyormuş, bu rahatsızlığını gidermek için adamı ruh ve akıl hastanesine  yatırmışlar, doktor uzun süren tedavi sonucunda hastanın iyileştiğine kanaat etmiş ve hastayı diğer doktorla yapacağı konsültasyon (birlikte karar verme ) sonrası bırakmaya karar vermiş. Konsültasyona giren hastaya diğer bir doktor sormuş “ Söyle bakalım evladım” demiş, “sen necisin ?”. Hasta “ doktor bey ayıp ediyorsun, tabi ki ben insanım, ancak tavuklar bunu biliyor mu ? “  demiş.

Özetle böyle, bir çok nedeni olmakla beraber yeterli sayıda / oranda insan olma bilincine erişememiş  kişilerden oluşan bir toplumuz.

Şimdi gelelim esas İzmir depremi ve deprem konusuna. Deprem İzmirde de olsa başka bir yerde de olsa deprem depremdir. Yeterli önlemler yoksa can alıcı, can yakıcı mutsuzluk vericidir.

Her deprem sonrası herkes konuşur,  yorum yapar, yorumlar,  ağırlıklı olarak müteahhit hırsızlığı ile  başlar , yıkılan yapılarda uygun malzeme kullanılmadığı ile sonlanır. Doğrudur depremlerde oluşan acı verici sonuçlarda bu söylenenler ana gerekçeler olarak sayılabilir. Ancak söylenmeyenler de vardır ve bunları hatırlatmakta / hatırlamakta fayda vardır. Şöyleki ;

·          Bu yapıları yapanlar, bu ülkede yetişmiş ve eğitim almış / alamamış insanlardır,

·          Bu yapıların imalat izinlerini verenler  de bu ülkenin vatandaşlarıdır,

·         Bu yapıların denetlenmesini üstlenenler de bu ülkenin vatandaşlarıdır,

·        Bu yapıların izinsiz yapılmasına müsaade etmeyip kontrol etmesi gerekenler de bu ülkenin vatandaşlarıdır,

Hal böyle olunca düşmanı dışarı da aramaya gerek yok, hatalar tamamiyle  ülkemiz vatandaşları tarafından yapılmaktadır. Gelin biraz daha derine inelim.

Önce işin teknik yönündeki süreçleri belirleyelim ve bu süreçlere uyumluluğu kontrol edelim.

Bir yapı yapılacaksa, yapının üzerine yerleşeceği doğal yapının jeolojik durumu incelenir, olumlu yada olumsuz şartlar tespit edilip ona göre temel yapısı tayin edilir. Bu incelemenin her yapı için yapıldığını sanmıyorum.

Bir yapı yapılacaksa, bu yapıyı yapma  taahhüdünde bulunacak müteahhide,  müteahhidin işi yaparken kullanacağı alt müteahhit (taşeron ) veya çeşitli usta ve düz işçiye ihtiyaç  vardır.  Kendi inşaat mühendisi yada mimar olan müteahhit yada alt müteahhitler olduğu gibi, bu işin uzaktan yakından eğitimini almamış  çekirdekten yetişmiş tabir edilen yada sırf parası ile para kazanma gayreti içinde olanlar da vardır. Eskiden hiç kontrolü olmayan bu durumu gidermek adına,  son zamanlarda yapı işinde çalışacak ustalardan yapabildikleri işe ait sertifika istenir oldu, sertifikayı veren kurumların çoğu bahse konu ustanın ustalığını çek etmeden para karşılığı istenen sertifikayı vermektedir.  Belli kurumlara müteahhitlik yapanların değerlendirilmesi  genelde işi veren kurumlar tarafından yapılmaktadır,  ancak bence bu yeterli değildir, gerçek değerlendirme işi veren yada verme potansiyeli olan kurumlardan daha çok tarafsız bir kurum tarafından yapılmalıdır.

Belli bir kuruma müteahhitlik yapmayıp yap-sat tabir edilen işleri yapan müteahhitleri denetlemek ve çek etmek  daha da zordur. Gerçi bana göre bu müteahhitlerden çok işi yapan usta ile yardımcılar ve bunların başındaki formen, kalfa yada teknikerler denetlenmelidir yada bu kişilere işi uygun şekilde yapmaları gerektiği çok iyi öğretilmelidir.

Hiçbir bilinçli müteahhit yaptığı yapının demir ve betonundan çalmaz, çalanlar  daha çok ince işlerde kullandıkları malzemelerden çalarlar.

Denetleme yapan firmalar daha çok yapıda kullanılan demiri ve beton kalitesini çek etmektedirler, bunun için yapıda kullanılan demirin çekme ve kesme dayanımları istenilen teknik değerleri veriyorsa yeterli görülmektedir. Aynı şekilde hazır karışım gelen betonlardan döküm öncesi küp yada silindir numuneler alınarak basınç dayanım mukavemetleri onaylanmaktadır. 

Bu kontroller tek başına yeterli değildir, imalat aşamasında bilerek bilmeyerek uygulama hataları yapılmaktadır, bu, demirde aderans (ek yerlerindeki beton demir kavrama )  boyu tabir edilen mesafelerin kısa tutulması yeterli bağ teli kullanılmaması olarak, beton dökümü esnasında ise işleme kolaylığı olsun diye hazırlanmış betona fazla su katılması  olarak ve ayrıca beton dökümünden sonra en az 14-28 gün yapılmasına devam edilmesi gereken sulama kürünün yapılmaması olarak zuhur etmektedir. Netice de İzmir depreminde yada bir çok depremde görüldüğü gibi bir çok yapının olduğu alanda bazı yapılar kendini muhafaza ederken bazılarıda uygulama hatası kurbanı olarak yapı olma vasfını yitirmişlerdir.

Özetle, yaşanacak depremlerde yıkımlarla doğru orantılı acı ve hüzün yaşamamak adına en basitinden yapılması gerekenleri özetlersek;

·          Yetiştirdiğimiz her seviyedeki insanlara helal ve haram bilincini doğru öğretmemiz lazım ki, bilerek yada bilmeyerek yaptıkları yanlışların ( çaldıkları mal, zaman ve işçiliğin )  insan hayatına mal olabileceğini bilsinler,

·         Kişilerin yapı yapmak istekleri engellenemez, ancak yapıların yapılacağı yeri devlet kurumlarının belirlemesi, planlama, alt yapı vb.,  yapı uygunluk araştırma ve sınırlarının yine devlet tarafından belirlenmesi lazımdır,

·         Hazır beton sağlayan firma oparatörlerinin getirdikleri betonun hiçbir katkı dahil edilmeden  yerine döküldüğüne dair kontrol ve sorumlulukları olmalı,

·         Yapı imalat taahhüdünde bulunan müteahhitler ile  yap-sat müteahhitleri ,  bu iş için olması gereken tecrübeli kadroları  (proje md. şantiye şefi, şantiye teknikeri, formen yada kalfa, yeterli usta başı, usta yada düz işçi ) bulundurmalıdırlar,

·         * Yapı işinde çalışan yada kendini bu işe adamış  her türlü elemanın (düz işçiden proje md. kadar ) mesleki karneleri olmalı ve yaptıkları işe göre notları verilmeli,  yapabilecekleri işler için sorumluluk sınırları  belirlenmelidir.

  *   Eskiden işçi sağlığı ve iş güvenliği nedeniyle çalışma bakanlığının denetiminde yapı iş defterleri tutulurdu ve günlük kontroller deftere kaydedilip sorumlularca imzalanırdı, şimdi bu işi özel firmalara devrettiler, iyi kötü bu iş yürüyor. Bu yapı iş defterini yapı seyir defteri şeklinde oluşturup, yapı imalatının her aşamasının kaydedilmesi ve sorumlularca tutanak haline getirilmesinde fayda var.

·         Dünyada gelişmiş ülkelerde çok yaygın şekilde kullanılan, ülkemizde de bazı projelerin yapımında uygulanmakla beraber tam yaygınlığı sağlanmamış ,  FIDIC (Fédération Internationale des Ingénieurs-Conseils / Uluslararası Müşavir Mühendisler Federasyonu) yapı yapım şartnamesi vardır,  oto kontrol içeren bu yapım şartnamesi yaygın hale getirilmelidir.

·        Ne şekilde yapıldığı bilinmeyen imarlı imarsız şüpheli yapıların rehabilitesi en kısa sürede bir plan dahilinde yapılmalıdır.

Bu pilav daha çok su kaldırır misali, bu konu da daha çok şey söylenir/ konuşulur...