6 Ağustos 2020 Perşembe

KADIN – ERKEK-İNSAN İLİŞKİLERİ ÜZERİNE

Aklımız erdiğinden beri içinde yaşadığımız toplumda bitmeyen kadın cinayetleri, bu konuda kendini yeterince sorgulamayan / eğitemeyen toplumumuz (eskiden gelişmekte olan diye tanımlanıyordu, şimdilerde gelişmeye direnen diye tanımlanıyor ) ve bu konuda yaşadığımız maddi ve manevi acılar, insan bir gün bunların biteceğine inanmak istiyor, ancak ömrümüzün 50-60 yıllık hayat bandında edindiğimiz kanaat, dünya durdukça bu tür olumsuz durumların yaşanacağı  ve devam edeceği yönündedir. Bunu nasıl önleyebiliriz veya azaltabiliriz ? 

İnsan evladının en büyük handikaplarından birisi bence budur, insan kendini tanımıyor, bazı şeyleri geç idrak ediyor, kendi sınırlarını  bilmiyor  yada karşısındaki  insanın sınırlarına saygı göstermiyor.
İçinde yaşadığımız evren de demeyecem, galaksi demek daha uygun olur sanırım. İçinde yaşadığımız galaksi de farklı gözüken gerçeklikler var, bu gerçeklikleri yeterince bilmeden bir çok şeyi anlamlandıramıyor / anlamıyor, olayları,  saldım çayıra mevlam kayıra yaklaşımı / felsefesi ile değerlendiriyoruz.

Konu ile ilgili, aklımın yettiği, dilimin döndüğü kadar, doğru bildiğimi sandığım düşünceleri / gerçeklikleri sizlerle paylaşayım; 

Fizyonomik farklılıklarımız aşikar olsa da yaşanan olayları kadın erkek diye ayırarak kutuplaşma oluşturuyoruz.  “Ne seninle nede sensiz olmaz” cümlesinin ifade ettiği gibi kadın erkek insan evlatları aslında birbirini tamamlıyor, birbirine ihtiyacı var,  uygun beraberliklerden mutluluk denilen duygu ortaya çıkıyor ve duygularıyla yaşayan bizler  bu duyguyu ve bu duygunun beynimizde ürettirdiği hormonları ( endorfin,dopamin, seratonin vb. ) çok seviyoruz, tersi olduğu zamanda üzülüyoruz.

İnsan evladını incelediğiniz vakit  fiziksel, duygusal ve zihinsel yapısı olduğunu görüyorsunuz. Burada çoğunlukla kadınların fiziken zayıf, duygusal olarak daha gelişmiş olduğu, tersininde erkek için, fiziken güçlü, duygusal olarak daha zayıf olduğu  söylenebilir. Zihinsel yapılarına da etkileyen birçok etken/argüman olduğu gibi, birinin zihin yapısı diğerinden güçlü diyemiyoruz.  Bu yapıları incelediğiniz vakit oluşturdukları diyagramların farklı olduğunu görüyorsunuz (yatay ekseni ömür, düşey ekseni zaman olarak değerlendirin ) ,  fiziksel yapıda ( ortalama ömrü 70-80 yıl kabulüne göre ) gelişim ömrün ortasına kadar zirve yapıyor, daha sonra başlangıç noktasına dönüyor, yani bir açı oluşturuyor. Zihinsel yapı, sıfırdan başlayarak ( zihninizi işletebildiğiniz sürece ) lineer bir doğru oluşturuyor, ölümde zirve yapıyor yada basit / sığ düşüncelere saplanıp kalırsanız ölmeden önce zihnen malül oluyorsunuz. Duygusal yapımız,  duygularımızın derinliğine ve etkilenme durumuna göre,  bir sinüs eğrisi çiziyor,



Bizi biz yapan kültürümüz var (kim olduğumuza ilişkin hikaye ), doğduğumuz andan itibaren, anne, baba, abi, abla, yakın akrabalar, arkadaşlar, eğitim ve öğretim veren okullarımız, meslektaşlar, bulunduğumuz çevrede ilişkide olduklarımız, içinde yaşadığımız rejimin öğretileri, dolaylı dolaysız beynimizin algısına takılan veriler, mensubu olduğumuz ailemizin kanıksadığı din ve hepsinden önemlisi diyecem, mizacımız var (doğuştan getirdiğimiz huylarımız ). Biz bunların bileşkesiyiz dersem pek kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum, zira dediğim gibi biz bunlarla sürekli etkileşim içindeyiz. Kendimiz dahil herkes birbirine kendi bildiğinin yada inandığının doğru olduğunu empoze ediyor, inandırmaya çalışıyor/ inandırıyor. Sevdiğimiz kişiler söylüyorsa doğru yada yanlış olduğuna bakmadan  kesin inanıyoruz, sorgulama  yok denecek kadar az, doğru bildiğimiz yanlışları idrak ettiğimizde iş işten geçmiş oluyor.

Yaşadığımız galakside astroloji denilen bir ilim var, çoğu kimse astrolojiyi bilim değil gazete sütunlarındaki fal olarak görse de, bunun fiziksel anlamda bir gerçekliği var, şöyle ki, galakside çekim gücü kanunu (Gravitasyon=Her kütle kendi ağırlığınca birbirini etkiler/ çeker ) var, bunun sayesinde gezegenler ve gezegene bağlı uydular, konumlarına (çizdikleri yörüngelere )  göre birbirlerini etkileselerde  biribirileriyle çarpışmadan bir denge/ ahenk içinde evrensel zekanın (yaratanın ) kurguladığı şekilde hareket ederler.

Gezegenler sadece birbirlerini değil, dünya üzerinde yaşayan canlıları da etkilerler, buna en güzel örnek dünyamızın uydusu ay dır, sularda / denizlerde bazan öyle etki yaratır ki 10-12 metreyi bulan med cezir (suların normal seviyeye göre yükselme ve alçalması) olayı oluşturur, düşünün fiziki bünyenizin % 70-85 sıvı olan bir canlısınız ve fiziki bedeninizin oluşturduğu, yaşamınızı idame ettirirken gereken farklı hormonlar var, bunların azlığı yada çokluğu sizin büyüyüp gelişmenizden tutun, duygu ve düşüncelerinizin durumunu etkiliyor, astrolojinin başlangıç noktasıda bence budur, gezegenler en büyük etkiyi doğduğumuz an yapmalarının yanında  yaşadığımız dönemler içindeki konum değiştirmeleriyle de bizleri etkilerler.

Astrolojiyi burada birkaç sayfa yada satırla açıklamak mümkün değil, sadece şunu söyleyebilirim, astroloji sistemi, bugün dünyada  var olan 7-8 milyar insana doğum ayına , anına ve doğum yerine(kuzey yada güney yarım küre veya doğum yeri koordinatlarına )  göre farklı karekter ve yapı (fiziksel, duygusal ) vermektedir. Oniki burç doğum ayına göre hesaplanırken on iki burçta doğum anına / saatine göre eklenmekte yani yirmi dört faktöryel insan yapısı ve karekteri oluşmaktadır. Yirmidört faktöryeli hesapladığınız vakit 24!= 1*2*3*4……23*24 = 620.448.401.733.239.000.000.000,00 gibi  620 sekstilyar,448 kentilyar,401 katrilyar,733 trilyar, 239 bilyar gibi ne kendini nede telaffuzunu kullanmadığımız miktarda bir rakam çıkar, yani mevcut astroloji sistemine göre her ne kadar dünya nüfusu bu kadar değilse de bu sayıda (620.448.401.733.239.000.000.000,00 ) farklı insan evladı karekteri mevcuttur, çok yakın aralıklarla / yakın yerlerde doğanlarda bile % 100  lük çakışma olmaz, yapı ve mizaç yönünden mutlaka farklılıklar vardır. Ayrıca astrolojinin temelinde bu karekterleri dörtlü (su, hava, ateş, toprak ) gruplara ve bunlarıda kendi içlerinde üçlü (öncü, sabit ve değişken ) olarak ana karekterlere göre  tasnif edebiliriz.
İnsanlar astrolojinin kendilerine doğdukları an verdiği yapı ve karekter uyumlarına göre bir mıknatıs hassasiyetinde birbirini çeker yada iterler. Gezegenlerin hareketi esnasında aldıkları etkilerinde yaptırımı yadsınmaz Bu çekme yada itme olayına haricen mizaçları(doğuştan gelen karekterleri )  aileden ve yaşadıkları çevreden aldıkları motivasyon yada paradigmalarında etkisi vardır.

Mizaçları (doğuştan gelen karekterleri )diyorum çünkü inanırsınız yada inanmazsınız doğuştan gelen karekter derken reenkarnasyonu kastediyorum. Bilim bunu kabul etmiyor ancak veriler bana göre reenkarnasyonun olduğu yönde, bakıyorsunuz hap kadar bir çocuk çok zor bir müzik eserini icra edebiliyor veya muazzam bir mesleki yetenek sergiliyor, aynı anne ve babadan aynı gen yapısına sahip olmakla beraber kardeşler arasında muazzam bilinç farklılıklarını görebiliyorsunuz.
Sonuçta İnsan yapısını =mizaç+astrolojik etkiler+aileden aldığı gen yapısı+aldığı eğitim+yaşadığı çevre+mevcut rejimin öğrettikleri+din ve öğretilerden aldığı etkiler+dolaylı dolaysız beynine takılan kanaatler ve ortaya çıkan bileşkeye göre sahip olduğu bu karekter ve yapı oluşturan argümanları kendi özgür iredesi ile ne kadar özümseyip sentezleyebildiği oluşturuyor.

Ağzı olan konuşuyor misali beyni olan düşünüyor/düşünebiliyor diyemiyoruz. Zira kendi özgür iradesini zamanında kullanamayan insan mutlaka başka şeylerden etkileniyor. Markete A malzemesini alma niyetiyle gidiyor, A nın yanında kurgulamadığı halde B yi yada C yi de alabildiği gibi bazan alması gerektiği A yı almadan çıkabiliyor.

Bana göre insanları kadın erkek diye ayırmak yanlış, insan ve çocuk olarak ayırmak daha uygun olur sanırım. 
Kendini oluşturan bu kadar farklı etkene sahip, kişilikli insan evladının, karşıt cinsle uygun ve uyumlu beraberlik oluşturabilmesi hakikatte o kadar kolay değil, gerek işlevini yitirmiş ananeler/gelenekler, gerek güncellenmemiş çağ dışı dinsel baskılar, gerek ilişki kurma niyetinin iyi yada kötü oluşu, başlangıçta güzel başlayan ilişkileri uzun vadede çıkmaza sokmakta ve ilişki mensuplarını mutsuz etmektedir, bildiğiniz gibi bazısı birbirini öldürmekle neticelenmekte, bunda kadın cinayetleri son zamanlarda almış başını gitmektedir. Bunun dışında katlanma kelimesi uygunsa fiziki cinayetin olmadığı, katlanılan, gündeme gelmeyen  ruhsal cinayetler de had safhadadır.

Bu olumsuz durumların meydana gelişinde, yukarıda yazdığım astrolojik farklılıkların dışında toplumun tavşana kaç tazıya tut diyen yaklaşımının, eğitici değeri olmayan düşük nitelikli tv. dizilerinin, verilen yetersiz/plansız  aile eğitiminin ve genel eğitim yapımızın yetersiz / plansız ve kontroldan uzak olmasının etkisi vardır.  Bu olumsuzlukları düzeltmek için;
Topluma kadın erkek ayrımı yapmadan, insan olma bilincini derin bir şekilde aşılamak lazım, 
İnsanlara kişisel özgürlüklerinin  diğer insanların yaşama sınırlarını aşmaması gerektiğini çok iyi belletmek lazım,
İnsan cinayetlerine geri dönüşü ve affı olmayan caydırıcı cezalar vermek lazım,
Çocuklarımızı ilk eğiten ve yetiştiren anneleri/kadınlarımızı, erkeklerden daha iyi eğitmemiz lazım,
Anne sonrası  çocuklarımıza eğitim veren öğretmenlerimizi eğitimlerini en iyi şekilde yapabilmeleri için maddi manevi desteklememiz lazım, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder