Uzunca bir süre yazmadım / yazamadım, zira öğrendiklerimi özümseyip sentezleyip paylaşmak güzel ama öğrenmeye devam etmek ayrı güzel, bu yazımın konusu astroloji üzerine.
Astroloji ile tanışmam yaklaşık 1974-1975
yıllarına rastlar, Linda Goodman isimli bir yazarın ASTROLOJİ VE BURÇLAR
ismindeki, cep tarzı kitabını ödemeli olarak İstanbuldan Mersine getirttim,
okumaya başladım ve etrafımdaki insanlara burçlarını sorarak yazılanlara ne
kadar uyduğunu incelemeye başladım.
Lise çağındaki bir çocuğun bu aktivitesi
hoş olmakla beraber, çocuğa olumsuz farklı paradigmalar veriyordu, şöyleki;
Birbiriyle uyumlu (dost ) olan, uyumsuz
(düşman ) olan veya dostlukla düşmanlık arasındaki çizgide belli oranları
içeren dostluk yada düşmanlık öngörüsü veriyordu, tam düşman, % 0 uyum, ....%
100 uyum tam dost gibi tasnif ediliyordu, zira okuduğum bu kitapta astrolojinin temeli olan yükselen
burçtan, elementlerden(ateş, toprak, hava ve su ), niteliklerden (öncü, sabit
ve değişken ) bahsetmiyor, salt burç özelliklerini anlatıyordu. Bu aynı “yarım
imam dinden, yarım doktor candan eder” misali bir durumdu, yani yetersiz oranda
astroloji bilip çevrenizdeki insanları yetersiz astroloji bilgisiyle yanlış
tasnif edip yanlış tutumlara giriyordunuz yani yarım astrolog yada astroloji
bilgisi yanlış yönlenmelere / yönlendirmelere neden oluyordu.
Neticede bu durum erken anne ve baba kaybı,
erken hayata atılma, zor şartlarda yüksek eğitimi tamamlama (inşaat
mühendisliği ), şehir bölge gözetmeden devam eden iş bazındaki göçlerle devam
eden hayatım, astrolojiye olan merakımı
dizginlediği gibi bir noktada beni astrolojiden uzak tuttu, zira insanları
sadece doğduğu tarihe göre şu yada bu burçtasın diyerek guruplamak çok yanlış
yaklaşımlara neden oluyordu, yani siz ateş gurubu bir burçtansanız, hava
gurubundan bir burçla iyi anlaşırdınız ama su gurubundan bir burçla çok zor
neredeyse imkansız anlaşamazdınız, benim bu o zamanki bu kanım oldukça yanlış
ve peşin hükümlüydü.
Dört senelik üniversite eğitimi ve
arkasından yaklaşık kırk senelik meslek hayatı tecrübesi ve üstüne üstlük yurt
içi ve dışı bir çok yerde iş icabı mecburi yada dolaylı bulunmak, farklı
coğrafyalar ve insanlar tanımak, bilim ve teknolojideki gelişmeleri yaşamak ve
takip etmek, dolayısı ile sosyal ve mental gelişmeleri yaşamak ve izlemek,
insanın hayat ile ilgili öngörüsünde ister istemez değişiklikler yapmaktadır. Her insan bu
gelişmelerden aklı ve algısı oranında istifade etmekte, yaşadığı / taşıdığı
hayatı ona göre değerlendirmektedir.
Tabiki her şeyin en iyi ve doğrusunu
bizleri yaradan Allah bilir, ancak bizlerde doğuştan bizde olan yaradılış
mizacımız, sahip olduğumuz akılla öğrendiğimiz bilgiyi sentezleyerek gerçekleri
ve doğruyu öğrenebiliriz. Rabbim bizlere bu hayat gerçeklerini doğru öğrenme ve
öğretme konusunda yar ve yardımcımız olsun.
Bazı televizyon proğram yapımcılarının
söyleşi proğramlarına çıkardığı bilgili astrologların yaptığı öngörülerin
isabetli olması nedeniyle, son zamanlarda astrolojinin revaçta olduğu
görülmekte ve astroloji bilim mi ? bilim değil mi ? tartışmaları olmakta, bazı
insanlar astrolojiyi fal (geleceği görme )
gibi algılamakta ve anlatmakta iken, bazı insanlar öngörü (olabilirlik )
anlamakta ve anlatmaktadır.
Ben bu kısır tartışmaya girmeyeceğim,
sadece astrolojiye neden inandığımı yada astrolojinin bana göre gerçekliğinin
ne olduğunu anlatmaya ve nasıl algıladığımı söylemeye çalışacağım.
“Bilenler bilmeyenlere anlatsın” diyen
Nasrettin hoca gibi demeden, bilenlere/anlayanlara lafım yok, bilmeyenlere
araştırın diyerek kendim de anladığımı ve bu konudaki özümseme ve sentezlerimi
anlatmaya/paylaşmaya başlıyorum.
Fizik ilmi, evrenimizdeki çekim (gravitasyon
) yasasını tarif ederken şöyle der “ evrende kütlesi olan her cisim diğerini
kendine çeker”, yani galaksimizde en büyük kütleye sahip güneş etrafında farklı
kütle ve uydulara sahip gezegenleri (planetleri) gücü oranında kendine
çekmekte, çektiği gezegenlerse güçleri oranında buna karşı koymakta, bir
merkezkaç durumunda çeken kütle kendi etrafında dönerek dengede, çekilen de hem
çekenden belli bir mesafe uzakta hemde kendi etrafında dönerek karşılıklı
dengede durmaktadırlar. Aynı durum büyük kütle güneş etrafında dönen gezegenlerle
uyduları arasında meydana gelmektedir.
Yine bilim, dünyamızın uydusu ay için,
yeryüzünde/ denizlerde med-cezir (deniz
sularında taşma-çekilme )olaylarını meydana getirdiğini, bunun ölçümlerinde
okyanuslarda 10-12 mt’ yi bulan oynamaların olduğunu söylemektedir,
Batı tıbbı vucudumuzun belli noktalarında
hormon üretme merkezleri olduğunu, bu hormonların olması gereken sınır
değerlerin ne olduğunu ve bu sınırların altında kalan yada sınırları geçen
değerlerde insanın çeşitli hastalıklarla haşır neşir olduğunu belirtmektedir.
Bu hormon merkezlerini sınır değerlerde tutmak adına çeşitli ilaçlar ve
tedaviler geliştirmişlerdir.
Doğu, özellikle uzak doğu tıbbı bu işi daha
komplike olarak, hormon üretme merkezlerini çakra (tekerlek ) olarak anmakta,
yaşam tarzı nedeniyle bu çakra merkezlerinin kirlenebileceğini, bu merkezlerin
sürekli belli frekanslar altında tutularak temizlenebileceğini, bunun içinde
her hormon merkezine has belli frekanstaki seslerin dinlenmesi gerektiğini
bildirmektedir.
Fizik bilimi frekanslarla yaratılan
rezonans olayından bahsetmektedir, yani aynı genlık değerlerine sahip iki
cisimden birine frekans uygulayarak titreşim yarattığınız vakit diğer cisim
kendiliğinden titreşmeye başlamaktadır, bu, cismin kendi doğal frekansını
yakalayıncaya kadar devam etmekte daha sonra cisim yapısına göre frekans
neticesinde parçalanmaktadır. Bazı filmlerde ses vererek gösterilen cam yada
bardak parçalanması, 1940 larda Amerikada, tamamiyle tesadüf, rüzgarın oluşturduğu frekansla 1-2
saat içinde kendiliğinden parçalanan Takoma köprüsü buna örnektir.
Aynı şekilde, zaman zaman sağlık
durumlarını çek ettirenler bilir, sizden kan, üre vb. lerini alarak, çeşitli
vucut verilerini (hormonlarınızı ) kontrol ederler, bu kontrollerde, size ait
olan değerlerin yanına gerçekte olması gereken maksimum ve minumum değerler yazılır, izah ederler yada
anlamanız istenir. Burada yazılan değerler yüzde yada binde olarak ifade edilir
yani çok küçük değerlerdir, ancak sınır altı ve sınır üstü oldukları vakit bu
değerler metabolizmanızda istenmeyen işlevsizlik/hastalık / arıza meydana getirirler.
Samanyolu galaksimizde tespit edilmiş, astrolojiye
temel teşkil eden yaklaşık on planet / gezegen (Güneş, ay, merkür, venüs, mars,
satürn, jüpiter, üranüs, neptün, pluton ), 70-80 astroid ve 770 cıvarı sabit
yıldız var, bunlar aslında farklı kütle
büyüklüklerine ve etkilere sahip enerji kaynaklarıdır.
Bunların birbirlerine göre farklı yörüngede
ve mesafede konumlanmaları, döngülerinin farklı (ay zodyaktaki (sanal
burç/astroloji kuşağı ) turunu 28,5
günde yaparken, pluton kendi yörüngesindeki turunu 144 ila 288 yıl arasında
tamamlamaktadır ) olmaları bireysel etkilerinden daha farklı etkiler
oluşturmakta, müspet bilim, ışık yılı/yılları
mesafesindeki bu durumların nasıl olduğunu anlayamayıp ispat istesede ,
istatiksel bilim bunların etkisini yaşattıkları veya yarattıkları olay ve
durumlara göre kabul etmektedir.
Güncel dünya nufusu sekiz milyarı bugünlerde aşmış vaziyettedir, biz (yaradana inananlar için söylüyorum,) içinde bulunduğumuz coğrafya da yaradana, Allah vb. sıfatlarla hitap ederek evrensel yaratıcı ile irtibat kurmaya çalışıyoruz, bizim dışımızda var olan farklı kültür ve din mensuplarıda kendi algı ve bilinç seviyelerine göre hitap (yehova, manitu, tao, buda vb...) etmektedirler.