Hikaye basit, sevdiğim,
bir çok zaman bir çok şey için anlattığım, bir çoğumuzun bildiği hikaye, ancak
bilmeyenlere anlatmak ve unutmuş olanlara hatırlatmak adına burada
yayınlıyorum, daha sonra günümüzde yaşananlarla ilgili bir kaç sözüm olacak.
Vaktiyle bir
derviş, nefs ile mücadelenin sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her
türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı
bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması
gerekmektedir. Saç, kala, bıyık v.s Derviş usule uygun hareket eder ve soluğu
berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi.. der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar.Başının sağ kısmı
tamamen kazınmıştır ki daha sol tarafa geçmeden, yağız mı yağız, bıçkın mı
bıçkın bir kabadayı içeri girer. Doğruca dervişin yanına gelir ve başının
kazınmış olan kısmına okkalı bir tokat atarak;
– Kalk bakalım kabak, kalk da traşımızı olalım diye kükrer.
Dervişlik bu, “sövene dilsiz, vurana elsiz” olmak gerek…
Kaideyi bozmaz derviş, ses çıkarmaz, usulca yerinden kalkar.
Berber mahcuptur ancak korkudan ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa başlar.
Fakat küstah kabadayı traş esnasında da sürekli aşağılar
dervişi, alay eder “Kabak aşağı, kabak yukarı”…
Nihayet traş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç
metre gitmiştir ki, gemden boşanan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine
gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun
sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür.
Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın bir kabadayı ya bir dervişe bakar. Gayri
ihtiyari;
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? der.
Derviş, mahzun ve düşünceli…
– Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim. Gel gör
ki, kabağın bir sahibi var, O gücenmiş olmalı… der ve hikaye biter.
Bu hikaye, yaşanmış bir olay mı, kurgumu bilmiyorum. Ancak
bildiğim ve inandığım hakikaten kabağın sahibi misalinde olduğu gibi, içinde
yaşadığımız dünyanın / galaksinin / evrenin bir sahibi var.
Yaşadığımız bu boyutta / dünyada / galakside / evrende sonlu
bir varlık / yaratık olduğumuz tartışılmaz, verilen / tercih edilen / yada kurgulanmış ömür
sürecimiz bitince bir şekilde bulunduğumuz yerden göçeriz, nereye ve nasıl
kısmını karıştırmaz isek, kısaca fiziksel bedenimiz ölür, ruhsal bedenimizin ölümsüz
olduğu söylenir, fiziki beden öldükten sonra yaşadığı yada yaşayacakları ile
ilgili her dinin, öğreti ve inancın farklı söylemleri vardır ve hepsi de kendisinin
doğru olduğunu iddia etmektedirler. Bu yaklaşımlar, aynı, birbirini görmeyip ama
bakılan aynı şeyi gören gözlerimiz gibidir.
Bu kabağın, pardon evrenin sahibi mesajlarında, çok güçlü
olduğunu, çok adil ve merhametli olduğunu ancak yeri geldiği vakit çok zalim ve
gaddar olabileceğini her fırsatta bildirmekte, kendine halife olarak seçtiğini
bildirdiği insanları her zaman itidale (orta yol ) davet etmekte, dünya
hayatının bir sınav olduğunu, bir çok konuda da doğru yolu bulmak adına
akletmek / düşünmek gerektiğini, hatta kısasa kısas gereği zulm edene zulmetmek
hakkınız dahi olsa merhamet yolunu seçerseniz sizin için daha hayırlı olacağını
velhasılı akletmenin, itidal yolunu izlemenin insanlar için daha iyi olacağını
üstüne basa basa bildirmektedir.
Ben artık insanların çoğunun evrenin sahibi olan evrensel
zekayı yada onun bakış açısı ile yaklaşımını anlamaktan uzak olduğuna
inanıyorum. Bir Alkapone (Amerikan tarihine girmiş, gelmiş geçmiş en azılı
gangster olarak bilinir )
1929 Büyük Bunalımı yıllarında neredeyse
hükûmet sahibi olan ünlü gangster Al Capone suç işlemeye çocukken başladığını
şu sözlerle açıklamıştır;
“
|
Çocukken her akşam yatmadan önce ve aklıma geldiği her an
Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün Tanrı'nın
çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim kendime yeni bir
bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi
için dua ettim.
|
„
|
|
Kartvizitinde "İkinci el mobilya satıcısı" yazan
Al Capone,
17 Mayıs 1929'da ruhsatsız silah taşımaktan sekiz ay hapis cezası yedi.
Diğer suçlarından yakalanamadığı için
1931'de vergi
kaçakçılığından hapse girdi.
Şimdi bu hikayenin diğer hikaye ile ne alakası var diyenler
olacaktır, görünür de bence de bir alaka yok ancak sadece hikayelerdeki bakış
açılarını değerlendirmeniz için anlattım.
Şu günlerde salgın haline gelip tüm dünyayı hizaya getiren
basit bir vürüs ve bu vürüsün devletler ile insanlara yaşattıklarında da, olayı
yaşayan, anlatan / aktaran ve çözüm arayanların bakış açılarındaki farkları
görebilirsiniz.
Bu virüsün oluşturduğu rahatsızlık için, sadece aşısını
hazırlamak bir seneyi geçer diyorlar, kimisi çözüm bulundu diyor,
Genel söylem çocuklara zarar vermiyor daha çok atmış yaş ve üstüne
zarar veriyor denilmekle beraber, esas, güçlü bedenlerin bu virüsün oluşturduğu
hastalığı farkına bile varmadan atlattığı söyleniyor,
En basitinden en mükemmeline, sağlık konusu ile ilgili ağzı olan konuşuyor
misali, hasta bakıcı, doktor, doçent ve
profesör, her biri bilinci oranında bişeyler anlatıyor, biribirinden kopye var,
abartı var ama ortaya çıkıp en doğru bilgiyi verecek bir mercii yada yetkili
yok, resmi makamların söylediklerinin tutarsızlıkları, tam bir “saldım çayıra mevlam kayıra “ yaklaşımıdır, insanlar da bilinçleri
oranında algıladıklarına inanıp ona göre vaziyet alıyorlar.
İnanırsanız, elbette devlet yada hükümetin başına
geçenlerin/gelenlerin evrensel sınavları daha zorludur. Kınayanlar kınadıkları ile sınanmaktadırlar. Şu an dünyanın düştüğü
durum içler acısıdır. Sapla saman, at izi
ile it izi karışmış vazyettedir. Kim iyi, kim kötü, kim insanların hayrına çalışıyor yada evrensel
doğrular için mücadele ediyor çorba vaziyettedir/ler.
Evrensel zeka, basit bir virüsle kendi yarattığı insanlarına şah-mat yapmıştır. Temennim, herkeslerin yaşadığı sınavlarda başarılı olması, doğru sanıp yanlış kararlar almaktan kurtulunması ve
bu sınav sürecinin en az badire ile atlatılması / atlatmamızdır.