Kendimize sorsak "Yaşadığımız
evrensel kurgu içinde insanin asli görevi nedir ?" diye, doğal olarak bu
soruyu herkes farklı cevaplar, çoğunluk inandığı dinin yada öğretinin kitabında
yazan cevabı verirdi.
Her farklı bilinç seviyesindeki insan, kendi yaşadığı dönemi
incelerse evrende sürekli bir değişim ve gelişim olduğunu hatta bilinç
anlamında yükselmeler olduğunu görecektir.
Ondört, onbeş milyar yıllarla ifade edilen evrenin ömrü
yanında, ömrünü ortalama yüz yıl kabul edebileceğimiz insan, doğduğu
coğrafyada, sahip olduğu genetik yapı, doğuştan getirdiği özellikler ve
yetenekler ile aldığı eğitim ve yaşadığı çevrenin bir bileşkesi
durumundadır. Yani nerede dünyaya geldiyse bir anlamda orayı yansıtır. Onun
için hayat süresinin büyük çoğunluğunda oranın doğruları, değerleri,
inançları ve kabulleri/ kanaatleri geçerlidir.
Ve bu insan hayata başladıktan sonra, doğal olarak en yakın yaşam modellerini
kendine örnek alacak ve yaşadıkça daima kendi modelinin en iyisi olduğunu
savunacaktır, ta ki farklı modelleri keşfedip karşılaştırıncaya kadar.
Peki bu kadar farklı bilinç ve algı düzeyine sahip yedibuçuk
milyar üstü bir nufusla , bu kadar farklı iklim ve coğrafya içeren dünyamızı,
daha keşfine yeni başlandı sayılabilecek, sonlu mu sonsuz mu olduğu tartışılıp
duran evrende asli görevimizi, doğruyu ve iyiyi nasıl tespit edeceğiz.
Belli çalışma sınırları olan organlarımızla ( kulaklarımız belli bir frekansın altını yada üstünü duyamaz, kulağımız 16 Hz-20 Khz arasındaki saf sesleri duyar, gözlerimiz belli bir dalga boyunun altını yada üstünü - mor ötesi ve kızılötesi göremez. ) algılamaya çalıştığımız evreni oluşturan ana unsurlardan gözle görülebilenlerinın, elementler , bitkiler, hayvanlar ve insanlar olduğunu söyleyebilirz.
Gözle görülebilenler dedim, zira dinler ve kutsal
kitapları insanın çıplak gözle kavrayamayacağı nurdan yaratılmış ruhani
meleklerin ve nar' dan(gözle görülmeyen ateş ) yaratılmış cin denilen
varlıklardan bahseder. Biz gözle görülüp çeşitli bilimsel metotlarla takip ve
inceleme yapabileceğimiz unsurları ele alalım.
Kimya biliminde tüm detayları incelenebilen yaklaşık 120 elementin hangisini ele alırsanız alın, evrende istediğiniz herhangi başka bir yere taşıdığınızda atomsal özelliklerinde herhangi bir değişiklik olmadığını görürsünüz. Yani A noktasındaki demir B yada C noktasına taşındığında, " hazır ben taşınmışken yeni yerimde bakır veya altın olayım " demez ve diyemez.
Şimdiye kadar dört yüz bin çeşit olduğu tescilli bitkiler alemi içinde aynı örneği verebiliriz. Tüm bitkiler, ihtiyaçları olan ısı, nem ve ışık sağlandığı vakit kendi formlarında oluşurlar. Yani A noktasındaki bir bitki, aynı ortam değerlerine sahip B yada C noktasına taşındığında, hazır ben taşınmışken yeni yerimde farklı bir bitki olayım olayım demez ve diyemez.
Sekiz- dokuz milyon cins kayıtlı hayvanlar alemi de incelenirse benzer sonuç çıkar. Asırlardır itiraz etmeden arı bal yapar, inek süt verir, tavuk yumurtlar. Hiç bir arı " ey insan oğlu ben sana bal yapmaktan bezdim, şu tarihten itibaren bal yerine peteklerim de reçel bulacaksın," yada inek " size süt yerine limonata hazırlayacağım " demez ve diyemez. İnsan dışındaki varlıklar (canlı-cansız farketmez ) yaratanın kurgusunda ne için planlanmışsa hiç bir sapmaya uğramadan kendilerine verilmiş görevleri yerine getirirler.
Evrensel kurgudaki en önemli aktör, eşrefi mahlukat denilen insan, yani yaradılmışların en şereflisi. Fiziki yapımızın % 85 ‘ inin sıvı olduğu söylenir, kalan kısımda kemik, kıkırdak vb. Kimyanın tespit ettiği elementlerin bir çoğu iskelet yapımızın içinde vardır, hayvanlar alemindekiler gibi yer, içer, çiftleşir, üreriz. Memeliler familyasındaki kayıtlı bir çok hayvanla fizyonomik yapımız arasındaki fark % 3 lere kadar düşmüştür. Bitkiler gibi serpilip gelişir büyürüz. Diğer unsurların hemen hemen hepsinin özelliğini yada yapısını bünyemizde barındırırız. Onlarda olup bizde olmayan bir özellik yok gibidir, onlar açısından bakıldığı vakitte bizde olup onlarda olmayan yeteneklerimiz onları bize bağlı kılmıştır. Kendi dışımızdaki unsurları aklımız, bilgimiz ve sahip olup, oluşturduğumuz ilimler sayesinde sevk ve idare eder hale gelmişiz; ve bu sevk ile idare günden güne lehimizde artmaktadır.
Bizde olup diğer unsurlarda
olmayan özelliğimiz/ özelliklerimiz düşünebilme yeteneğimizdir. Bu yetenek bize
akletmeyi, karşılaştırma yapmayı, keşfetmeyi, tasarlamayı ve hayal etmeyi
yaptırır.
Toparlarsak, evrendeki insan
harici unsurlar yaratan tarafından ne için kurgulanmışsa milyarda bir sapma
yapmadan kendilerine verilmiş görevleri yerine getirirler. Özetle arı
arılığını, inek inekliğini, elma elmalığını, fasülye fasülyeliğini, demir
demirliğini hiç aksatmadan yapar. Bana göre insanda kendine verilmiş en büyük
özellik olan düşünebilme yeteneğini yapmak zorundadır, evrendeki asli görevi
düşünmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder