25 Haziran 2017 Pazar

BAYRAM

PARASI OLANLA DELİYE HER GÜN BAYRAM SLOGANI NI ÜLKEMİZDE BİLMEYEN YOKTUR. GERÇEK BU MUDUR PEKİ ? TABİ Kİ HAYIR. RESMİ YADA GAYRI RESMİ YAPTIĞIMIZ, DİNİ YADA DİN DIŞI BAYRAM VB. KUTLAMALAR SADECE HATIRLATMADIR. ASLINDA BİLENE / ANLAYABİLENE HAYATIN HER ANI AYRI BİR BAYRAMDIR,

ÇOCUKLUKTA, YÜRÜMEYE BAŞLAYIP, AKLIMIZ ERDİĞİNDE, BU HATIRLATMA VESİLELERİYLE BİZE İKRAM EDİLEN ŞEKERDİR BAYRAM, ŞEKER ARTI EKSTRA HARÇLIK AİLEMİZDEN YADA YAKINLARDAN ALINAN, TADINDAN YENMEZ BİR GÜZELLİKTİR, LUNAPARKA GİDİP ATLI KARINCAYA YADA ÇARPIŞAN OTOLARA BİNMEKTİR, TENEKE MANTAR TABANCALARINI PATLATMAKTIR BAYRAM.

BİRAZ DAHA BÜYÜDÜK MÜ KARŞIT CİNSTEN BİR ARKADAŞ EDİNEBİLMEK, ARKADAŞLARIMIZIN VE SEVENLERİMİZİN ARTMASI, EN BASİTİNDEN BİR SÜRÜCÜ EHLİYETİNE SAHİP OLABİLMEK, RÜŞTÜNÜ İSPAT EDEBİLMEKTİR BAYRAM,


EĞİTİMİNİ TAMAMLAMAK, BİR YUVAYA SAHİP OLABİLMEK/ YUVA KURABİLMEKTİR, YUVADA EVLATLARINLA BERABER BÜYÜYÜP, TORUN YETİŞTİREBİLMEKTİR BAYRAM .


YARADANDAN BAŞKA HİÇ KİMSEYE İHTİYAÇ DUYMADAN KENDİ YAĞINLA KAVRULABİLMEK, HAYIRLI EVLATLARA SAHİP OLUP, KUL HAKKI YEMEDEN HELAL KAZANMAKTIR BAYRAM,
YAŞ KEMALE ERİP ESKİDİKÇE DOKTORSUZ VE İLAÇSIZ, BİR BAŞKASININ YARDIMINA MUHTAÇ OLMADAN YAŞAYABİLMEKTİR BAYRAM.


EN GÜZELİ DE VADE GELİP DÜNYADAN AYRILMAK VAKİ OLDUĞUNDA ELİN VE AYAĞININ TUTUYOR OLUP, HİÇ KİMSELERE YÜK OLMADAN HAYATTAN AYRILABİLMEKTİR BAYRAM.


BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN DOSTLAR..

20 Haziran 2017 Salı

KARE BULMACA




Soldan sağa bir iki üçle, yukarıdan aşağıya bir iki üç diye başlar hayat bulmacası, öyle gazetelerdeki gibi sınırlı da değildir, hayatınızın süresi ile akıl ve şuurunuzla doğru orantılıdır boyutu.

Aklınız erip algınız geliştikçe, soruların daha bir çok olduğunu görürsünüz, kaldı ki bu soruların tümünü doğru ve gelişi güzel verme seçeneğiniz ve lüksünüz de yoktur, sadece doğru cevaplar verebiliyorsanız soldan sağa yada yukarıdan aşağıya, henüz sırası gelmemiş soruların cevabı kendiliğinden ortaya çıkar, sevinirsiniz saf bir şekilde.

Bazen doğru olduğuna ve uyduğuna emin olduğunuz bir cevabın bir iki harfle çakışmadığını görürsünüz üzülerek eski cevabın üzerine doğrusunu yazarsınız yada bazen ihtimal cevapları kaleminizi bastırmadan silik bir şekilde yazıp doğru olduğundan emin olduktan sonra karartırsınız harfleri.

Herkesin sorusu kendine çetindir, bazılarımız etrafımızdaki yakınlarımıza sorarız veremediğimiz cevapları, kolay olduğunu zannederiz başkalarının verdiği cevaplarla bulmacayı çözmeyi, bazılarımız sorularımızı başka birinin cevaplamasından hazzetmeyiz illa kendimiz çözmek isteriz soruları, bazen cevaplar bulmak adına dünyayı arşınlarız, buluruz bulamayız bilinmez, bazen de ömrümüzü bir yerde tüketip doğru cevapları verebileceğimizi sanırız

Hayat böyledir dostlar, herkesin bulmacası kendine, sorularınız ve sorunlarınız kolay olur inşaallah, bulmacanızı kolay çözüp tamamladıkça mutlu olursunuz.

HİKAYELER

TAVUK BİLE ALLAHINA ŞÜKREDİYOR

İlk okula başladığım dönemde, yaşadığımız ev toplamı yüzeli metrekareyi geçmeyen bir bahçe parçasına kondurulmuş bitişik  iki oda ve ayrı ayrı düzenlenmiş bir mutfak - banyo yapısı ile birde arazinin en uç yerine kondurulmuş tuvaletten müteşekkildi.

Bahçemizdeki  büyük beyaz dut tüm avluyu gölgesinin altına alırdı, hiç sevmezdim meyvesini ama diğer ufak olan siyah meyhoş duta bayılırdım. Ayva ve şeftalinin görüntüsü çok hoştu ancak meyvelerini yemek nasip olmadı, ayva hep kurtlu şeftalide bir türlü gelişme gösteremez, ham meyvesi kekremsi tadı pek çekici gelmezdi bana. Muzuda görmek ve yemek nasip olmadı tek hoşuma giden muzun yapraklarını kağıt gibi yırtmak olurdu

Her çocuk kadar benimde yaramazlıklarım olurdu. Nenem bu yaramazlıklarımda “ bak evladım tavuk bile suyunu içip allahına şükrediyor, sende sahip olduklarına bak ve şükret, yaramazlık yapma “ derdi. Hakikaten tavuk suyu gagasıyla alır ve kafasını yukarı kaldırırdı, sanki yaradan yukarıdaydı ve tavuk şükrünü eda ediyordu.

O dönemlerde babaannem ve ailesinin sahip oldukları hatrı sayılır büyüklükteki bahçeye giderdik, orada da hemen hemen her çeşit hayvan bulunurdu, atlar, inekler, koyun ve keçiler, kurbağa ve kaplumbağalar. Onların içinden inek ve öküzler ilginç gelirdi bana,  zira çift sürmekten dönüşte bakıcıları olan ağabeylerimiz su içirmek için ark kenarına getirdiklerinde ineklere değişik tonda ıslık çalarlardı. Bunun nedenini sorduğumda da ıslık çalarsan  daha rahat ve daha çok su içtiklerini söylerlerdi.  Bu bana garip gelirdi, tavuk suyunu içip yaradana bakıyor, inek suyunu içiyor oralı olmuyordu.

İlk okul son sınıfta okul müdürümüzün din derslerine girip yaradanı tarif ederken “ mekandan münezzeh, nerde anarsanız orada” tarifi cuk diye yerine oturmuştu.


Orta okulda da tabiat bilgisi dersinde tavuk, horoz vb.anatomik yapılarını öğrenirken, çift mideli olmaları, gagalarının içinde hareket serbestisi olan bir dilleri olmadığı için suyu önce gagalarıyla tutup, daha sonra kafalarını kaldırarak mideye gönderdiklerini öğrendiğimde ne kadar sevindiğimi anlatamam. Hemen neneme gidip çattım “ nene sen bana yalan söylüyorsun “ dedim ve yanlış öğrettiklerinin doğrularını kendisine izah ettim. Ne derece anladı yada kabul etti bilmiyorum ama ben doğrusunu öğrendiğim için mutluydum. 

DÜŞÜNMEYE DAVET 001

Sevgili kader yoldaşları,  ailem, uzak yakın akraba ve arkadaşlarım, tanıdıklarım, meslektaşlarım,

Duygulara ve hislerimize tercüman yazıları sözleri , sosyal bir medya aracı / otoyolu olan internet te paylaşmak kolayıma/ kolayımıza  geliyor olsa gerek; ne büyük kolaylık, duygu ve düşünceleri bu şekilde paylaşabilmek, evrende  en güzel sürette yaratılmış, su içinde  yaşayıp suyun farkında olmayan balıklar gibi, çoğunluğu yaradanın kendisine bahşettiği değer ve şerefin farkında olmayan bizler,  nereye nasıl gidiyoruz, neyin ne kadar farkındayız ? Bilinç, şuur yada algımızın çapları ne kadar ? Tesadüfen yaratıldığımızı düşünsek bile ki,  öyle olduğumuzu düşünmüyorum, evrensel asli görevlerimiz/görevimiz  nedir ?

Bizi / bize  birbirimiz aracılığı ile anlatan, öğreten, ödüllendiren, cezalandıran, üzen, sevindiren ve daha buraya yazmadığım her türlü duyguyu yaşatan, bize şah damarımızdan daha yakın o yüce varlığa binlerce şükürler olsun ki, bize ruhundan üfleyip, dışımızdaki her şeyi istifade ve kullanımımıza bahşetmiş. Ancak biz bu bu istifade yada kullanımı ne kadar doğru ve yerinde gerçekleştiriyoruz ?

Kelebeklerin ömrü bize göre bir günle bir yıl arası, bizim ömrümüz bize göre  (klasik 60 saniye bir dakika, 60 dakika bir saat, 24 saat bir gün ve ortalama 365 gün bir yıl kabülüne göre  ) artı eksi yirmi ile toplam ortalama yüz yıl, evrenin ömrünün  ( tamamiyle bilimsel verilere göre ) onbeş milyar yıl cıvarı ve kuran verilerine göre , zaman algısı için söylenmiş 

Hac süresi 47. Ayet / Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. “

Secde süresi 5. Ayet /  İş ve oluşu gökten yere doğru çekip çevirir; sonra o O'na yükselip çıkar: Bir günde ki, süresi, sizin saymakta olduğunuz günlerden bin yıla denktir.”

ayetlerine bakarsak evrensel tablonun neresinde ne kadarız ?

Her yaştan insan için yaşadığı (gerçek fiziki ) yıllarına rağmen,  algı yada hissettiği çok azdır, kendimden örnek vereyim, şu an fiziksel olarak elli yedi yaşındayım ancak bu yaşanmış süre bana birkaç saat, bir anmış gibi geliyor.

Zamandan münezzeh olan yaradanın  katında, ayetlerine göre,  bir günü bin yılımıza eş değerse bir saati (1000/24=)  41,66667 yılımıza karşılık geliyor, yani buda evrende, ortalama  seksen yıl yaşansa yaradan katında yaklaşık iki saatlik bir süreye karşılık geliyor.

Bilimsel verilere göre, bizim ömrümüzle  onbeş milyar yıl kabul ettiğimiz evrenin ömrü ile kendi ömrümüzü karşılaştırdığımızda  (80 yıl/15.000.000.000 yıl =) 0,000.000.0053 gibi sıfır yada bir değil ama sıfıra doğru yaklaşan bir değer ortaya çıkıyor.

Bilimsel verilere göre yaklaşık onbeş milyar yaşında olduğu söylenen evrenin  şu anki ömrünü bin yıl kabul edersek, 

15 Milyar yılı evrenin bin yılı kabülüne göre
15.000.000.000 / 1000  = 15.000.000 yılımız bir evren günü
15.000.000 / 24 = 625.000  yılımız bir  evren saati
625.000 / 60 = 10.416,7  yılımız bir  evren dakikası
10.416,7 / 60 = 173,6  yılımız bir evren saniyesi olur


80 yıl (ortalama insan ömrü ) /173,6 yıl- evren saniyesi  = 0,461 evren saniyesi (evrene göre evrende kalış süremiz ) 
                                 
                                 
Bu kabul ve hesapları farklı kombinasyon ve perspektiflere göre artırabiliriz, ancak neticede pek bir şey değişmeyecek geçerli fizik algımıza  göre ortalama 80 yıl, kuran ayetlerine göre yaklaşık 2 saat, evrene göre 0,461 saniye, hissetme algımıza göre bir anlık bir ömrümüz var.

Gelmekle gitmek arasında neyi,ne zaman, nasıl,   ne kadar algılayabilir/ algılamalı, değerlendirmeli ve doğru hareket etmeliyiz ?

DÜŞÜNMEYE DAVET 002

Kendimize sorsak "Yaşadığımız evrensel kurgu içinde insanin asli görevi nedir ?" diye, doğal olarak bu soruyu herkes farklı cevaplar, çoğunluk inandığı dinin yada öğretinin kitabında yazan cevabı verirdi. 

Her farklı bilinç  seviyesindeki insan, kendi yaşadığı dönemi incelerse evrende sürekli bir değişim ve gelişim olduğunu hatta bilinç anlamında yükselmeler olduğunu görecektir. 

Ondört,  onbeş milyar yıllarla ifade edilen evrenin ömrü yanında, ömrünü ortalama yüz yıl kabul edebileceğimiz insan, doğduğu coğrafyada, sahip olduğu genetik yapı, doğuştan getirdiği özellikler ve yetenekler ile  aldığı eğitim ve yaşadığı çevrenin bir bileşkesi durumundadır. Yani nerede dünyaya geldiyse bir anlamda orayı yansıtır. Onun için hayat  süresinin büyük çoğunluğunda oranın doğruları, değerleri, inançları ve kabulleri/ kanaatleri geçerlidir. 

Ve bu insan hayata başladıktan sonra, doğal olarak en yakın yaşam modellerini kendine örnek alacak ve yaşadıkça daima kendi modelinin en iyisi olduğunu savunacaktır, ta ki farklı modelleri keşfedip karşılaştırıncaya kadar. 

Peki bu kadar farklı bilinç ve algı düzeyine sahip yedibuçuk milyar üstü bir nufusla , bu kadar farklı iklim ve coğrafya içeren dünyamızı, daha keşfine yeni başlandı sayılabilecek, sonlu mu sonsuz mu olduğu tartışılıp duran evrende asli görevimizi, doğruyu ve iyiyi nasıl tespit edeceğiz.

Belli çalışma sınırları olan  organlarımızla ( kulaklarımız belli bir frekansın altını yada üstünü duyamaz, kulağımız 16 Hz-20 Khz arasındaki saf sesleri duyar,  gözlerimiz belli bir dalga boyunun altını yada üstünü - mor ötesi ve kızılötesi göremez.  ) algılamaya çalıştığımız evreni oluşturan ana unsurlardan gözle görülebilenlerinın, elementler , bitkiler, hayvanlar  ve insanlar olduğunu söyleyebilirz.

Gözle görülebilenler dedim, zira dinler ve kutsal kitapları insanın çıplak gözle kavrayamayacağı  nurdan yaratılmış ruhani meleklerin ve nar' dan(gözle görülmeyen ateş ) yaratılmış cin denilen varlıklardan bahseder. Biz gözle görülüp çeşitli bilimsel metotlarla takip ve inceleme yapabileceğimiz unsurları ele alalım.

Kimya biliminde tüm detayları incelenebilen yaklaşık 120 elementin hangisini ele alırsanız alın, evrende istediğiniz herhangi başka bir yere taşıdığınızda atomsal özelliklerinde herhangi bir değişiklik olmadığını görürsünüz. Yani A noktasındaki demir B yada C noktasına taşındığında, " hazır ben taşınmışken yeni yerimde bakır veya altın olayım " demez ve diyemez.

Şimdiye kadar dört yüz bin çeşit olduğu  tescilli bitkiler alemi içinde aynı örneği verebiliriz. Tüm bitkiler, ihtiyaçları olan ısı, nem ve ışık sağlandığı vakit kendi formlarında oluşurlar. Yani A noktasındaki  bir bitki, aynı ortam değerlerine sahip  B yada C noktasına taşındığında, hazır ben taşınmışken yeni yerimde farklı bir bitki olayım olayım demez ve diyemez.

Sekiz-  dokuz milyon cins kayıtlı hayvanlar alemi de incelenirse benzer sonuç çıkar. Asırlardır itiraz etmeden arı bal yapar, inek süt verir, tavuk yumurtlar. Hiç bir arı "  ey insan oğlu ben sana bal yapmaktan  bezdim, şu tarihten itibaren bal yerine peteklerim de reçel bulacaksın,"  yada inek " size süt yerine limonata hazırlayacağım "  demez ve diyemez. İnsan dışındaki varlıklar (canlı-cansız farketmez ) yaratanın kurgusunda ne için planlanmışsa hiç bir sapmaya uğramadan kendilerine verilmiş görevleri yerine getirirler.

Evrensel kurgudaki en önemli aktör, eşrefi mahlukat denilen insan, yani yaradılmışların en şereflisi. Fiziki yapımızın % 85 ‘ inin sıvı olduğu söylenir, kalan kısımda kemik, kıkırdak vb. Kimyanın tespit ettiği elementlerin bir çoğu iskelet yapımızın içinde vardır, hayvanlar alemindekiler gibi yer, içer, çiftleşir, üreriz. Memeliler familyasındaki kayıtlı bir çok hayvanla fizyonomik yapımız arasındaki fark % 3 lere kadar düşmüştür. Bitkiler gibi serpilip gelişir büyürüz. Diğer unsurların hemen hemen hepsinin özelliğini yada yapısını bünyemizde barındırırız. Onlarda olup bizde olmayan bir özellik yok gibidir, onlar açısından bakıldığı vakitte bizde olup onlarda olmayan yeteneklerimiz onları bize bağlı kılmıştır. Kendi dışımızdaki unsurları aklımız, bilgimiz ve sahip olup, oluşturduğumuz ilimler sayesinde sevk ve idare eder hale gelmişiz; ve bu sevk ile idare günden güne lehimizde artmaktadır.
Bizde olup diğer unsurlarda olmayan özelliğimiz/ özelliklerimiz düşünebilme yeteneğimizdir. Bu yetenek bize akletmeyi, karşılaştırma yapmayı, keşfetmeyi, tasarlamayı ve hayal etmeyi yaptırır.

Toparlarsak, evrendeki insan harici unsurlar yaratan tarafından ne için kurgulanmışsa milyarda bir sapma yapmadan kendilerine verilmiş görevleri yerine getirirler. Özetle arı arılığını, inek inekliğini, elma elmalığını, fasülye fasülyeliğini, demir demirliğini hiç aksatmadan yapar. Bana göre insanda kendine verilmiş en büyük özellik olan düşünebilme yeteneğini yapmak zorundadır, evrendeki asli görevi düşünmektir.